ALÇI: Toprak içinde katmanlar halinde bulunan alçıtaşının, özel fırınlarda 120o-180°C arasında pişirilip kristal suyunun uçurulması ve kalan kalsiyum sülfatın öğütülmesiyle elde edilen; su ile karıştırıldığında kısa süre içinde katılaşma özelliği gösteren, donduğunda hacmi yaklaşık %1 oranında artan, beyaz renkli bir toz halindeki inorganik esaslı bağlayıcı yapı malzemesi. Kum ya da kireç ile karıştırılarak duvar ve tavan sıvalarında, revzen yapımında, heykel, silme, mukarnas ve her tür kabartma bezemede, kalıp alınmasında kullanılan bu malzemenin yangına karşı dayanımı oldukça yüksektir. İçinde 2 molekül su bulunduğundan, alevlerle sarıldığında ısının büyük bir kısmı suyun ayrılmasında tüketilir ve ayrılan su buhar halinde alçının içine dolarak yangının yayılmasını önler. Dayanıklılığını etkileyen diğer bir konu homojenliğidir; gerektiğinden çok veya az pişmiş kısımlar, kil, kireç vb. yabancı maddeler içermemelidir. Bunun için kaplama ve kabartma işlerinde kullanılacak alçı kıl elekten, sıva işlerinde kullanılacak alçı ise ipek elekten geçirilir
ALTlN VARAK: 24 ayarlık külçe altının dövülerek veya merdaneden geçirilerek 1 mm kalınlığında levhalar haline getirilmesi ve ardından güderiler arasında çok uzun süre tokmaklanması yoluyla elde edilen; yaldızlanacak yüzeye yapıştırılarak uygulanan, sigara kağıdından daha ince altın Ievha. Altın varaklar, her birinde 24 sayfa/varak bulunan defterler halindedir. Altınlanacak yüzey üzerine yapıştırılması için miksiyon, tutkallı su ya da yumurta akından yararlanılır; üzerine zermühre sürülerek parlatılır.
ARŞIN: Ölçülen nesnenin türüne veya hangi bölgede kullanıldığına göre boyutu değişen ve ''parmakların ucundan omuza kadar olan'' uzunluğu temsil ettiği varsayılan eski bir uzunluk ölçüsü. Osmanlılarda, çarşı-pazarlardaki çeşitli kumaş ölçümlerinde Çarşı arşını (68 cm), Endaze (65 cm), Halep arşını ( 68 cm) ve mimarlıkla ilgili ölçümlerde Mimar arşını/Zira-i mi- mari/Zira-i benna (75,8 cm) adı verilen değişik türleri kullanılmıştır. Arşınlar demir, çelik, ahşap gibi malzemelerden oymalı ve bezemeli olarak yapılır, üzerlerine parmak bölüntüleri işaretlenirdi.
AŞI BOYASI: 1-Koyu kırrnızı renk. 2-Demir oksidin kaolenle karışık şekli olarak doğada hazır bulunan turuncu veya kırmızı-pembe renkli, plastik kil niteliğinde bir toprak çeşidi. 3-İçine karışan demir hidroksitli mineral pigmentlerinin oranına göre pas sansı, kızıl veya koyu esmer renkleri olabilen ve ''aşıtaşı''ndan elde edilen doğal toz boya. Bu kırmızı toprak boya çeşitleri halk arasında ''Acem kırmızısı'' ya da yanlış olarak ''demir sülyeni'', ''demir zencifresi'' gibi adlarla da anılır. 4-Kırmızı toprak boyaların su veya tutkallı suya pigment olarak katılmasıyla elde edilen ve özellikle ahşap evlerin cephe kaplama tahtalarını yağmur ve kirlilikten korumak için kullanılan sıvı boya. Aşıboyasına demir oksit katılarak kahverengi ve morumsu renkler de elde edilebilir.
AVADANLIK : Dülger, neccar, marangoz, kurşuncu... gibi İnşaat işçilerinin kullandıkları aletlerin takımı.
AYNA = AYNATAŞI : Eski evlerde veya sokak çeşmelerinde musluğun takıldığı, çoğunlukla mermer ve bezemeli olan düşey taş.
BİNİ: Kapı, pencere, dolap kapaklan kapandığında kalan aralığı örtmek amacıyla kanatların kenarına çakılan ve Osmanlı döneminde çoğunlukla bezemeli olan çıta. Özellikle kündekari kapaklarda boydan boya aynı biçimde devam ettirilmeyip farklı kesitlerin geçiş bölgeleri ve ön yüzüne, pahlı ya da eğrisel oymalarla oluşturulan ilginç bezemeler yapılmıştır.
ÇİÇEKLENME: malzemenin içinde bulunan tuzların, bazı etkenler sonucu dış yüzeye çıkması sonucunda oluşan lekeler.
ÇİNKO BEYAZI : Çinko oksit; başka pigmentlerde ışık etkisiyle rengin uçmasını önleyen ve zehirli olmayan, ''Çin Beyazı'' da denilen bir boyarmadde. Çok beyaz ve incedir, örtücü gücü az olmasına karşın kararmayan bir dayanıklılığı vardır.
DONME DOLAB TAKIMI: Dönme dolap Eski Türk evlerinde, büyük konaklarda erkeklerle kadınların birbirini görmeksizin yemek ve eşya alıp vermesi için haremle selamlık arasındaki duvarda yapılan; bir bölümü raflı, uzunca ve bir eksen etrafında çevrilen dolaplara denir.
EDİRNEKARİ: Tahta üzerine boya ve altın yaldız ile yapılan laklı veya laksız nakışlar. 14.yüzyıldan 19.yüzyıl ortalarına kadar bu tarzda bezenmiş tavanlar, ahşap duvar kaplamaları, kapılar, dolap kapaklan ile saat, sandık, çekmece, raf ve çeşitli küçük eşyalar üretilmiştir. Boyaları çok sağlam, işleme tarzı çok ustalıklı olan bu nakışlarda genellikle yeşil ve kahverengi içinde kırmızı çiçek motifleri ve parça parça sarı renkler bulunur. Edirne'de yapılan çekmecelerin içine yaldızla tuğralar ve çeşitli süsler işlenmiştir.
GERGİ DEMİRİ : Kemerlerin açılmasını engellemek için kullanılan; başlığın bittiği kotta sütunu duvara ya da diğer sütunlara bağlayan demir çekme çubuğu.
HORASAN: l-Kırılmış-öğütülmüş tuğla, kiremit, çömlek vb. pişmiş kil kökenli "agrega'' malzeme. içindeki tuğla, kiremit tanecikleri bazen nohut büyüklüğünde, bazen de elekten geçecek ince bir toz halinde olabilir ve taneciklerin boyutuna göre ince horasan, kaba horasan olarak adlandırılır. 2-Horasan'ın kireç ve su (bazen de kum) ile karıştırılmasıyla elde edilen ve eskiden çimento yerine kullanılan dayanıklı bir örgü harcı.
KAKMA : Taş, metal, ağaç veya kaplama yüzeylerine yapılan oymalara, ince levha biçiminde renkli ve daha değerli gereçleri gömerek yapılan süsleme. Kakma yapılacak yüzey ve gömülecek malzemenin kompozisyonunda pek çok seçenek kullanılmıştır. Örneğin taşın içine renkli mermer, abanoz üstüne sedef veya bağa, ceviz üstüne fildişi, kemik, tahta ya da demir üstüne altın veya gümüş parçalar, gümüş ya da altın eşya üstüne değerli taşlar gömülerek yapılan kakma işler vardır. Osmanlı mimarlığında, özellikle kündekâri tekniğindeki minberler, kürsüler, kapı, pencere ve dolap kapaklan üzerine sedef ve fildişi kakma yöntemi
KAPİLARİTE: gözenekli malzemelerin kılcal boşluklarından suyun yükselmesi
KENET: Taşların birbirine -veya varsa- arkadaki duvara yatay yönde eklenmesinde kullanılan, iki ucu kıvrık, 5-8 mm kalınlık, 50-60 mm genişlik ve 20-30 cm uzunlukta, yatay demir çubuk. Bağlanacak taşların boyutuna göre kenet büyüklükleri de değişir. Çoğunlukla demir lamaların çatal, kuyruklu vb. şekillerde bükülmesiyle yapılır. Ekin sağlamlaştırılması için, taşta açılan oyukların içine giren bu kıvrık uçların üzerine kurşun dökülür. Taşların birbiriyle bağlantısını sağlayıp duvarı güçlendirme işlevine sahip olan kenetler, diğer yandan da önemli bir tahribat nedeni olmaktadır. Rutubet etkisiyle paslanıp şişerek taşlan çatlatmakta, çatlaklardan giren yağmur suları da kenetleri çürüterek taşların ayrılmasına neden olmaktadır.
KULLAB = GÜLLAP : İki uzun demir parçanın ortasından birbirine geçerek kıvrılması, eklem noktasından sonra da yan yana gelerek çift katlı bir kesit oluşturması şeklinde yapılan ve uçlara doğru sivrilen, demircilerin yaptığı bir tür menteşe. Geleneksel Türk evlerinin kapı, pencere ve dolaplarında kapağın kasaya tutturulması ile açılıp kapanmasını sağlamak amacıyla kullanılır. Genellikle, ahşap kesitine açılan bir delik içine yerleştirilerek çakılır ve arka yüzeye çıkan uçlan iki yana yatırılıp -çıkıntı yapmaması için- tekrar tahtaya gömülür. Parçalan, (güllap haline getirilmeden) tek olarak da -içine halka yerleştirilmiş bir tesbit elemanı gibi- yaygın şekilde kullanılmıştır. Bu elemanı, çakma ahşap kapılardaki halkalı demir kabaralar veya metal rozetleri, merkezlerinden kapağa çakan iri başlı bir çivi gibi düşünmek mümkündür.
KÜFEKİ TAŞI: Yüzyıllardan beri İstanbul ve Trakya'nın yapı taşı gereksinimini karşılayan; "lümaşelli kalker'', "maktralı kalker'' ya da "Bakırköy taşı'' adlarıyla da bilinen; deniz kabuklarının -çoğunlukla da istiridye kabuklarının- oluşturduğu bir kalker. Açık bej-beyaz tonlarında, ince taneli ve kumlu görünümde, kolayca çizilebilir, kopma ve kesme özelliği çok yüksek, kompakt bir kayaçtır. Bileşimindeki karbonat oranı yüksek olduğu için, asitle reaksiyonunda hızlı bir köpürme izlenir. Bol fosilli, boşluklu, kalsit özellikli bir dokusu vardır. Diğer önemli bir özelliği, doğadan çıktığı anda her türlü işleme uygun olması ve kolay işlenmesi; havayla temastan sonra ise bünyesine karbon dioksit alarak ikincil bir hidratasyonla sertliğinin artması, dayanıklılık ve güç kazanmasıdır. Su içinde bulunduğu durumlarda da özellikleri değişmez. Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde genellikle Bakırköy çevresindeki (Yeşilköy Havalimanı, Bakırköy, Sefaköy, Yeşilköy , Şirinevler, Merter ve çevresindeki yerleşim alanları altında kalan) ocaklardan elde edildiği için daha çok "Bakırköy taşı'' denilen küfekinin üretimi -oldukça sınırlı olmakla beraber- bugün de sürdürülmektedir. Küfeki taşı, Sinan ve diğer Osmanlı mimarlarının eserlerinde daima ana yapı malzemesi olmuş; kaba işlenmişlikten kesme taş ve yoğun bezemeli düzeye kadar değişik, zengin bir kullanım alanı bulmuştur. Yalnızca örgü ve dış cephe malzemesi olarak değil, iç mekanlarda, döşeme kaplamalarında, kemerlerde, portal, mihrap ve minberlerde de kullanılmıştır. Süleymaniye Külliyesi yapımı sırasında Haznedar köyü yakınlarındaki Mehmet Paşa ve Lütfü Paşa Çiftlikleri civarında bulunan devlet taş ocaklarının işletildiği bilinmektedir.
KÜNDEKÂRİ: Kürsü ve minber tablaları yahut önemli kapı, pencere, dolap kapaklan... gibi elemanların yapımında kullanılan, küçük ahşap tablalar ve profilli çıtaların -geometrik bir bezeme oluşturacak şekilde- geçmeli olarak birbirine birleştirilmesi tekniği; bu teknikle üretilen yapı elemanı. Tablaların lifleri birbirine ters olarak yerleştirildiği ve biri ötekinin nem ve sıcaklıktan dolayı çalışmasına engel olduğu için, kündekâri tekniğindeki kanatlar düzlüklerini yüzyıllarca korur ve hiç çarpılmazlar.
MALAKÂRİ: Osmanlı mimarisinde kubbe, tavan veya duvarlara yapılan alçı kabartmalı ve renkli süsleme tekniği; mala ile yapılan alçı süsleme. Bu bezeme genellikle turuncu veya kırmızı bir zemin üzerinde beyaz olarak bırakılıp araları boyanır ve bazen, belli yerlerine, çini parçalan konurdu. Alçı kabartmaların yüksekliği 1 cm'den azdır ve bu kadar alçak olduğu için çoğunlukla uzaktan algılanmayıp kalemkâri sanılır. Mala gibi küçük bir aletle yapıldığı için bu adı almıştır.
MISKALA / SAYKALA : Madenleri parlatmak, perdahlamak için kullanılan; ucu yassı ve yuvarlak, uzunca, kalem gibi madeni bir çubuktan ibaret olan alet. Daha çok hakkak ve kuyumculara özgü olan bu araç mimaride de yaldızla yapılan tezhiplerin bazı kısımlarının donuk kaldığı ve parlatılması gerektiği durumlarda kullanılır. Bir maden üzerine sürüldüğü zaman, yüzeyindeki pürüzleri ezerek parlatır ve bu işleme ''mıskalalamak'' denir.
MUKARNAS: (Yakut Türkçesinde çıkıntı, burun) düşey bir yüzeyden, üzerinde bulunan daha taşkın bir yüzeye geçmek ve ona bindirmelik görevi yapmak için taş veya tuğladan küçük prizmalar şeklinde, birbiri üzerine oturan bindirmeliklere verilen ad, istelaktit. Sinan çağında bunlara tekil olarak mukarnas, çoğul olarak da mukarnesat denirdi. Karnasın çeşitli bölümlerine asaba, pah, badem, peş, kanat, yırtmaç, diş, püskül gibi adlar verilmiştir.
ORGANİK MALZEME: hayvansal yada bitkisel kökenli malzeme; ahşap, kağıt, deri, fil dişi vb.
ÖKÇE: Osmanlı döneminde kündekâri kapı, pencere ve dolap kapaklarını duvara bağlamak için menteşe kullanılmaz, kanatların altında ve üstünde bulunan millerden yararlanılırdı. Üstte genellikle kanada ayrı bir mil takılmaz; serenin ucunda kendinden soyma silindirik bir parça bırakılıp bu parça tavana açılan oyuğa girer; dönme hareketiyle ahşabın taşa çarpıp aşınmasını önlemek için de oyuğun içine demir, pirinç vb. madeni bir silindir yerleştirilirdi. Altta ise, döşeme taşına açılan kare veya dikdörtgen bir oyuğun içine aben-i ökçe yerleştirilir, etrafına kurşun dökülerek zemine tesbit edilir. Kanadın altında ökçe adlı koni biçiminde demir bir mil vardır. Bu konik milin sivri ucu demirin üstündeki oyuğa oturtularak kanadın rahatça dönmesi, açılıp kapanması sağlanır.
REVZEN : Eski evlerde ve saray, cami, türbe gibi yapıların alt sıra pencereleri üzerindeki ikinci sırada bulunan süslü pencere; kafa penceresi. Farsçada pencere anlamına gelen ''rovzen" sözcüğü, Osmanlılarda ''revzen" ya da ''revzen-i menkuş=nakışlı pencere" biçimine dönüşmüştür. Hava almak için açılıp kapanması gereken alt pencereler sade cam ve ahşap doğramalı, üst sıradakiler ise sabit ve alçı kayıtlıdır. Revzenler, renkli camlarla çeşitli desenler oluşturulan bir bezeme panosu gibi tasarlanır ve mekana hoş bir aydınlık verirler. Seçilen desenin uygulanması için, renkli camların arasına alçı kayıt dökme işinde lüleci çamurundan faydalanılır. Tahta bir taban üzerine, camların formunda çamur parçalan yerleştirilerek kompozisyon oluşturulur. Camlar bitmiş formundan biraz büyük kesilerek çamur parçalan üzerine oturtulur ve üzerine alttaki ile aynı biçimde bir kat çamur daha yerleştirilir. Böylece camlar iki çamur tabakası arasında kalır ve kenarları kayıt boşluklarına doğru taşmış olur. Çamur adacıkları arasındaki kanallara alçı dökülerek -camların kenarlarını içine alacak şekilde- kayıtlar yapılır. Döküm pürüzleri ve kusurlar, çakı ile temizlenerek düzeltilir. Yüksekteki pencerelerde yer alan küçük şekilli bezemelerde, aşağıdan bakıldığı zaman alçı kayıtların kalınlığı nedeniyle örgenin tam olarak görünmesi engelleneceği için, kayıtların eğimli dökülmesi gerekir. Bunun için çamur tabakasının kenarları, önceden, istenen eğimde kesilir. Revzenlerde, oldukça küçük örgeli kompozisyonlar yer aldığından dolayı, alçı kayıtlar çok incedir ve dış etkilerle çabuk bozulur. Önlem olarak, ince nakışlı camın duvarın iç yüzüne takılması ve dışa daha basit örgeli, kalın kayıtlı ikinci bir revzen takılarak içtekinin korunması düşünülmüştür. Birinci türdeki panolara ''içlik'', dışa takılan ikinci türdekilere ''dışlık'' denir. Osmanlı dini mimarisindeki dışlıklarda genellikle yuvarlak, eliptik ve ''filgözü'' adı verilen biçimlerde kayıtlar kullanılmıştır. Bazen alt sıra pencerelerin üzerindeki kemerlerin içi de pencere boşluğu gibi ele alınmış ve (diğer kafa pencerelerinde olduğu gibi) mavi, kırmızı, san, turuncu, mor, yeşil camlı içliklerle, bir bezeme panosu gibi tasarlanmıştır.
REZE/REZZE: Kapı, pencere, dolap kapaklarının tutturulması, açılıp kapanması ve kilitlenmesinde kullanılan, demircilerin yaptığı çeşitli türdeki menteşe ve kilitlerin genel adı. a-Kapı ve dolapları içeriden-dışarıdan açıp kapamaya yarayan ve başparmakla basılarak işletilen mekanizma. b-çift kanatlı kapılarda her zaman açılmayan kanadı ait ve üst eşiklere sabitleyen demir sürgü. c-Kanatlan söveye ya da duvara asmak için kullanılan ve kapağa çakılan elemanı uzun bir demir lama şeklinde olan menteşe. d-Sokak kapısını içeriden kapatmaya ya da gerektiğinde asma kilit asılarak kilitlemeye yarayan çengelli demir düze- ek... gibi türleri vardır.
RUMi : Birbirine bağlı kıvrımlı dallar ve uçlarındaki yarım palmet biçimli yapraklarla oluşturulan; Türklerin Orta Asya'dan beri kullandıkları ve Anadolu Selçuklularının üsluplaştırmaya başladıkları hayvan figürleri, filiz ve yaprakların Osmanlı döneminde daha çok stilize kompozisyonlara dönüştüğü bir süsleme biçimi; bu tür süslemenin ana örgesi. 15.Yüzyıldan sonra rumiler aşırı bir stilizasyonla hayvan figürlü görünümlerinden tümüyle uzaklaşmış, kökeni algılanmayacak şekilde, tüm süsleme alanlarında kullanılan farklı bir dekoratif karakter almıştır. Simetrik düzenlemelerle ya da eğrisel ve spiral doğrultulara aynı yönde yerleştirilerek kullanılan rumiler, başka tür örgelerin de yer aldığı süslemelerde daima kendi doğrultusunda devam ederek diğerlerine karışmaz. Birden çok rumi örgesine yer verilen kompozisyonlarda ise her biri ayn tür gibi yorumlanarak birbirilerini kesmezler. Çizim özelliklerine göre sade, dilimli, tepeli, hurde, piçide/sencide veya sarma, kanatlı gibi değişik isimler alır
SEDEF/SADEF: Minber, kapı, dolap kapağı, sandık, rahle...vb. ince marangozluk ürünü eşyaların kakma bezemelerinde kullanılan; inci çıkarılan istiridye kabuklarının iç yüzündeki parlak madde. Ceviz, meşe, abanoz gibi ahşap yüzeylerin oyulmuş kısımlarına sedeften kesilmiş parçaların yapıştırılması için tutkaldan daha iyi bir yapıştırıcı olarak ''dövülerek çok ince toz haline getirilmiş istiridye kabuklarının yumurta akıyla macun haline getirildiği'' bir karışım tercih edilmiştir. Mimar Sinan ve Mehmed Ağa gibi ünlü Osmanlı mimarları, eğitimlerinin başlangıcında sedef kakma işlerini öğrenerek ''sedefkâr'' olmuşlardır.
SOMAKİ : Küçük siyah benekli, koyu kırmızı ya da yeşil renkli, iyi cilalanabilen; sütun ve trabzan yapımında kullanıldığı bilinen, mermer görünümünde, ancak magmatik kökenli ve çok sert bir taş olan porfır.
TUZLANMA: gözenekli malzemelerin içerdiği tuzların suyla birlikte yüzeye taşınması ve suyun buharlaşması sırasında yüzeyde tuz kristallerinin oluşması.
ÜSTÜBEÇ : Pigment olarak beyaz boya yapımında, boyaların yoğunluğunu arttırmada yahut günümüzde- yağlıboya ve (dış hava etkisine açık dar yarık ve çatlakları doldurmak amacıyla tutkal ve tebeşir tozu ile üretilen üstübeç macunu gibi) macunlarda dolgu gereci olarak kullanılan; beyaz renkli ve çok örtücü bir madeni tozun genel adı.
ZENBEREK: Çevirmeye ve sıkıştırmaya yarayan demir yay. Kapı veya dolap kanatlarını kapalı tutup gerektiğinde açmaya yarayan ve ”çarpma” adı da verilen bu demir düzenek.
ZIVANA: Sütunla başlık ve altlığını birbirine bağlamakta ya da minare örgüsünde olduğu gibi taşların üst üste eklenmesinde kullanılan; günümüzde ''saplama'' adı da verilen kare kesitli, kalın ve başsız bir çivi şeklinde yahut yassı ve uçlara doğru genişleyen formda; kenet gibi kurşunla tesbit edilen demir yapı ögesi. Osmanlı mimarlığında bütün taşlarda zıvana bulunduğu söylenemez, ancak belli bazı yerlerde -özellikle-duvar köşelerindeki, ayaklardaki ve kemer aksı doğrultusundaki taşların düşey yönde eklenmelerini sağlamak amacıyla kullanılmıştır.
Kaynaklar; Neslihan Sönmez, Doğan Kuban, Celal Esad Arseven
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder